Ressam, yazar ve sosyal sorumluluk alanında önemli görevler üstlenmiş bir isim olan Yasemin Avanoğlu Aydoğan ile sanatsal çalışmaları, yeni kitabı ve gönüllülük üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
– Yasemin Hanım öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
İstanbul doğumluyum. Babam Kayserili. Ailesi ile birlikte 1933’lerde Kayseri’den İstanbul’a geliyorlar. Bilindiği üzere, Kayserililer ticaretin içerisinde çok yoğundurlar. Kendi illeri yeterli gelmeyince başka şehirlere de taşmışlar diyebiliriz. Annem ile babam İstanbul’da tanışmışlar ve evlenmişler. Ben ilkokul birinci sınıfı İstanbul’da okudum. Sonrasında babamın işi nedeniyle Kayseri’ye gittik. İlkokul, ortaokul ve liseyi orada bitirdim. Daha sonra üniversite için İstanbul’a geldim. Ardından evlendim. O günden bugüne hep İstanbul’dayım.
Bir dönem aile şirketimizde çalıştım. Fakat ben daha çok sanatla uğraşmayı sevdiğim için, uzun bir süre resme yöneldim. 10 sene kadar resim çalıştım. Resim, şiir, yazı benim hayatımda oldukça önemli bir yer kaplıyor. Resimlerimde hep içimde olan öyküleri, şiirleri aktarıyorum. Benim içimdekileri yansıttıklarına inanıyorum.
2003’ten 2011’e kadar Kayseri İli Yardım Derneği’nde kadınlar komisyonu başkanlığı, genel sekreterlik ve dernek başkanlığı gibi çeşitli görevleri yürüttüm. 2009-2012 yılları arasında Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği’nde başkan yardımcılığı yaptım. 2012 yılında Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nda Mütevelli Heyet Üyeliği görevini üstlendim. 2014’ten beri ALS Derneği’nin gönüllü destekçisiyim. Aynı zamanda 2011 yılından beri Kayseri Sümer Fen Lisesi Mezunlar Derneği’nin başkanlığını yapıyorum.
– ”Harflerime Sevgi Ektim” kitabınızın yazım sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Benim zaten şiirlerim ve yazılarım vardı. Onları bir şeyin yararına bir kitapta toplamak istedim ve ALS Derneği ile irtibat kurdum. Babam da ALS hastasıydı. 1995’te vefat etti ama 10 sene boyunca bir bilinmezlik içerisindeydik. ALS, çok fazla bilinmeyen ve ölümcül bir hastalık. Bu sebeple, hastaların ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşam kalitelerini düzeltmek adına çalışıyoruz. Oldukça yüksek miktarda maddi destek isteyen bir hastalık. Yatakları özel olacak, solunum cihazları olacak, konuşmalarına yardımcı belirli aletler olacak. Bunlara sahip olmayı kolaylaştırmak ve hastaların sosyalleşmesini sağlamak gerekiyor. Hastalıklarda moral çok önemli bir unsur sonuçta. Hiç kimseyle birlikte olamazsa bu morali düzeltmenin de imkânı yok.
ALS ölümcül bir hastalık, çünkü ilacı yok. Onların sesi olabilmek adına bu kitabı çıkarmaya karar vermiştim. Bir şey yapayım, bir ses olsun istedim. Kitabın amacı da ALS Derneği’ne destek vermekti. Kitabın satışı ne kadar ihtiyaçlarını karşılar değil de, mesela kitabın ön kapağında bir mesaj vardı. ALS Derneği ve ALS hastalığıyla ilgili bilgilendirici bir metindi. Sonuçta bu bir şiir kitabı. Fakat ben şiirlerimle gönüllere ulaşmasam bile en azından ALS ile ilgili ve hastaların hayatlarında yaşadıkları zorluklarla ilgili bilgi vermiş olduk. Bu beni mutlu kılıyor. Umarım ilerleyen zamanlarda hastalığın çaresi ve ilacı bulunur. Onlar da gönüllü arıyorlar. Derneği ve hastalığı tanımak isteyenlere buradan bir mesaj vermiş olalım.
Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği’nde başkan yardımcılığı yaptığım dönemde görme engelliler ile birlikte çalıştım. Umarım onların da fiziksel aktivitelerini daha rahat gerçekleştirebilecekleri okullar açılabilir. Sonuçta engel diye bir şey yok. İyi bir eğitim verildiği müddetçe onların da hayatın içerisinde nasıl var olduklarını ve başarılı olduklarını görüyoruz. Bunun için büyük bir çaba gösterilmesi gerekiyor. Benim şu anda en büyük idealim bu şekilde bir okul yapabilmek. Bunu canı gönülden istiyorum. Ailelerinin de büyük bir desteğe ihtiyacı olduğunu görüyorum.
– Paylaştıkça azalır ya da paylaştıkça çoğalır diyoruz. Şimdi çağımızın anksiyete, depresyon gibi hastalıkları var. Sizce bu yardımlaşma, gönüllülük hem insanlara daha önemli dertler olduğunu hem de dertlerin paylaştıkça azalacağını gösteren bir şey olabilir mi?
Kesinlikle öyle. Hayata baktığınız zaman herkes sadece kendi yaşadığını biliyor, ufacık bir şey olduğunda da çok üzülüyor. Aslında o kadar dert edilmeyecek şeyleri dert eden insanlar var ki… Büyük zorluklarla mücadele eden, okumak için mücadele veren, iyileşmek için çabalayan birçok insan var. Tabii herkesin yaşadığı kendine, ne kadar hissetmek isterseniz isteyin kendinizi onun yerine koyamıyorsunuz. Fakat bir insana elinizi uzatabilmek, yüzündeki gülümsemeyi görmek, hastalığı için ufacık bir şifa olabilmek insana büyük mutluluk veriyor. Yaşadıklarının ne kadar değmez olduğunu da gösteriyor.
Ben hayata şu şekilde bakıyorum. Aslında hayat bir an meselesi. Detaylı düşünmeye çalıştığınız zaman dünü bile bazen zor hatırlıyorsunuz. Her günün sonunda ”Bugün faydalı ne yaptım?” diye düşünüyorum. İnsanın bir manası olmalı, insan olmanın verdiği bir mana olmalı. Biz bu dünyaya sadece yiyip, içmeye gelmedik. Hepimizin bir görevi var. İlim, bilim, yardımlaşma diyoruz, hepsi çok önemli. Güzel bir şeyler yapmak ve güzel izler bırakmak gerekiyor.
”Sevgi ile yaptığınız her şey size sevgi ile geri dönüyor”
– Sizce gönüllülük çalışmalarında yer almanın insana nasıl katkıları oluyor?
Bu maneviyatla ilgili bir şey, sevdiğiniz sürece yapabilirsiniz. İstemeniz ve sevmeniz lazım. Birlik beraberliği yakalamak, dayanışmayı sağlamak, gençlere destek olmak çok güzel bir şey. Gençleri hayata hazırlamak çok mutluluk verici. Beni ruhen çok mutlu eden bir şey. Sonuçta ben hayatımda her olaya sevgi olarak bakıyorum. Benim için en temel duygu sevgi. Sevgi ile yaptığınız her şey size sevgi ile geri dönüyor. İnsanlar o enerjiyle sevgiyi devam ettirebiliyorlar. Kayseri İl Derneği’nin gençlik kolunda olan çocuklar vardı, onlar da bizler gibi aynı şekilde devam ettiriyorlar. Onlara örnek olabilmek çok güzel bir şey.
– Son dönemde iş başvurularında gençlerin daha önce bir gönüllü bir işte çalışıp, çalışmadığı da işverenler için çok önemli bir kıstas olmaya başladı. Siz bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Öncelikle organizasyonu öğreniyorsunuz. Çalışırken çok yönlü düşünmek, organize olabilmek çok önemli. İnsanlarla iletişim de bir o kadar önemli. Bu tip gönüllülük çalışmalarında insanlar birbirlerine organizasyon içerisinde destek vermeyi ve iletişim kurmayı öğreniyorlar. Türkiye’deki iş başvurularında gönüllülük çalışmalarına dikkat edilmesi belki yeni yeni önem kazanıyor. Bu noktada ABD’deki okulları örnek gösterebiliriz. Orada bir üniversiteye müracaat ederken bile öncesinde sosyal sorumluluk projelerinde yer almak oldukça önemli görülüyor.
– Ekonomideki dalgalanma dönemlerinde gönüllülükte bir etkilenme oluyor mu? Olumlu ya da olumsuz anlamda olanları siz nasıl gözlemlediniz?
Özellikle pandemi döneminde herkes evine çekildi. İyi ki teknoloji var, insanlar birbirleriyle görüşüp mesajlarını iletebiliyorlar. Ama yardım amaçlı bir şey çok fazla yapılamıyor. Ben en son Avrasya Koşusu’na ALS’yi desteklemek adına katılmıştım. Bu zamanda öyle bir şey yapmanız mümkün olmuyor.
Yardımlaşma çok güzel bir şey. O yüzden azı ya da çoğu olmaz. Manevi olarak da, maddi şekilde de destek verebilirsiniz. Bizim dinimizde gülümseme bile sadaka yerine geçiyor. Bir insanın hatırını sormak, ihtiyacını karşılayabilmek organizasyon ile yapılabilecek şeyler. Pandeminin ekonomik etkilerini daha sonra göreceğiz. Sonuçta insanların iş yerleri uzun süre kapalı kaldı. Çok kolay bir dönem değil. Umarım zaman içerisinde her şey yerine oturur ve gönüllülük çalışmaları da aynı şekilde devam eder.
– Sosyal sorumluluğun çok farklı alanlarında bulunmuşsunuz. Sizce Türkiye’de sosyal sorumluluk dendiğinde güçlü ve zayıf tarafları nelerdir?
Bizim ülkemizde insanların sosyal sorumluluk projelerine oldukça duyarlı olduklarını düşünüyorum. Sonuçta yardımseverlik, insani değerler bizim kültürümüzde var. Ramazan’da mutlaka insanlar başkalarına nasıl yardımcı olabileceklerini düşünmüşlerdir. Fakat şöyle bir nokta var. Türkiye’de çok daha farklı projeler yapılabilir. Herkese gönüllülüğü aşılayabilecek çalışmalar yapılabilir. Özellikle okulların bu noktada daha hassas olması gerekiyor. Örneğin, ortaokul ve liselerde hastalara kitap okuma tarzında etkinlikler yapılabilir. Bu da bir gönüllülüktür sonuçta. Özendirici ve görev verici şeyler yapılabilir. Bazı derneklerin gençlik kolları var ama diğer derneklerin de gençlere sorumluluk vermesi sağlanabilir.
Genç insanların yeni dünya ve teknoloji ile birlikte ufuklarının daha da genişlediğine eminim. Onların fikirlerini almalı ve sorumluluk vermeliyiz. Bu evde yetişen çocuk için de geçerlidir. Çünkü sorumluluk verdikçe bir şeyleri yapmaya başlayacaklar. Örnek olacak şeyleri göstermeli, yaşamalı ve yaşatmalısınız. Şirketlerin de gönüllülük kapsamında destek verici çalışmaları olabilir.
”Toprağın tüm kutsal yanlarının kadında var olduğunu düşünüyorum.”
– Sizce kadınların yardımlaşmaya olan eğilimi erkeklerden daha fazla diyebilir miyiz?
Hayatta kadın-erkek, her şey birbirini tamamlıyor. Her şey zıt ve çift olarak birbirini tamamlıyor. Hiçbir şey birbirinden ayrı değil. Kadın ve erkek yan yana çok güçlüler ama kadının daha farklı bir yapısı olduğunun da altını çizmek gerek. Vatanı bile ”Toprak Ana” diye seviyoruz. Kadının birleştirici, bütünleştirici, detaycı ve daha duygusal bir yanı var.
Erkekler ilk çağlardan beri avlanmaya odaklanmış bir durumdalar, daha iş odaklılar. Kadınlar kadar detaycı ve duygusal bir bakış açısına sahip değiller. Kadının doğursun ya da doğurmasın bir annelik tarafı var. Bu sebeple kadınlar erkeklerden biraz daha farklı diye düşünüyorum. Bu konularda çalışmaya daha arzulu, daha enerjik, daha toparlayıcı ve birleştirici bir yönü var. Kadınlar bu konularda daha başarılı. Para veremiyor olsa bile bir şey örer onu bağışlar. Kadın çok farklı.
– Yoktan var etme gücü daha fazla diyebilir miyiz?
Farklı bir şey. Toprak örneğini vermiştim ya, aslında toprağın tüm kutsal yanlarının kadında var olduğunu düşünüyorum.
– Yeni kitap projeniz olacak mı?
Nevi Şahsına Münhasır adlı kitabım, Kasım ayında Humanist Kitap tarafından yayınlandı.
– Nasıl bir yazım süreciniz oldu? Neler hissederek yazdınız?
Ben bir ağaca bakarken bile bir şey hissedebiliyorum. O an hemen bir şeyler yazıyorum. Sonrasında yazdıklarımı tekrar gözden geçirerek toparlıyorum. Bir güneşin doğuşunda bile kısa kısa yazılar yazabiliyorum. Müzik beni resim yaparken de, yazı yazarken de çok etkileyen bir şey. Müziğin ritmi beni farklı bir ruh haline sokuyor. Yazılarımı ve şiirlerimi müziksiz okurken bile iyi hissetmiyorum. Yanında müzik olduğu zaman daha içine girerek okuyorum.
– İlham aldığınız yazarlar var mı?
Füruğ Ferruhzad’ı çok seviyorum. Birkan Keskin, Tezer Özlü, Behçet Necatigil, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Attila İlhan gibi isimleri de çok severim. Şiirlerini çok severek okuyorum. Zaten ben çocukluğumdan beri şiir yazıyorum aslında. Atatürk ile ilgili bir şiirim ilk Doğan Kardeş’te yayınlanmıştı.
– İçinde bulunduğumuz çağda her şeyin süresi kısalıyor. Yazmanın da aynı şekilde. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kısa cümleler ile edebiyatın o ince ve hassas kurallarını yok ediliyor. Maalesef, yeni nesilde bu çok daha fazla yapılıyor.
– İleride tekrar bir geri dönüş olur mu sizce?
Keşke. Yazmak çok güzel bir şey. Sanatın her alanında olduğu gibi bir dışavurum sonuçta. Örneğin, içinizdeki bütün sıkıntıları dile getirip, bir kağıda dökebilirsiniz. Sonrasında yırtın isterseniz ama içinizdeki kötü enerjiyi o kağıda geçirmiş olun.