Birçok kişinin en sevdiği tatlı kaçamak, misafirliğe ve paylaşmaya vesile olan bir gelenektir aşure. Kimileri aşure için “insanlık kadar eski” derken, aşurenin Mezopotamya kültüründe bile yeri olduğuna çeşitli kaynaklarda rastlıyoruz.
Hicri yılın ilk ayı Muharrem’in gelmesi ile aşure kazanları yine kaynamaya hazırlanıyor. Çeşitli tarifleri doğuran farklı gelenekler ile bütünleşerek yıllar içinde sevilen bir tatlı olduğu kadar kültürel deneyimin de bir parçası olan aşure, Arapçada 10 manasına gelen “aşara” kelimesinden türemiş. Aşure ile ilgili anlatılan hikâyelerden birinde, Hazreti Nuh’un gemisinde kaynatılan çorba olduğu da anlatılıyor. Hikâyesi çok, tarihi uzun… Aşureyi Sünniler, Muharrem ayının 10. gününde kaynatırken, Aleviler Matem orucunun 12. gününün sabahı yapıyor ve bu geleneğin altında acılı ancak sonu umutla biten bir hikâye yatıyor.
Acı başlayan ama umutla biten bir hikâye
Aşurenin Aleviler için ne anlama geldiğini ve hikâyesini Alevi kültürü ve örgütlenmesi alanında çalışan Emel Sungur ile keyifli bir sohbette konuştuk. 40 yılı aşkın süredir gönlünü vererek çalıştığı kadın hakları örgütlenme ve demokratik eylem platformlarında sahada aktif yer alan Sungur, ayrıca Ankara’da kadın dayanışması için kurulan Mor Mekân ile de çalışıyor. Aslında Alevi bir aileden gelmediğini belirten Sungur, birçok farklı bölgeyi ve geleneği bu aracılık ile tanıdığından, gönül birliği ile Alevi topluluklarının onu her zaman bağırlarına bastığından bahsediyor.
Alevilerin Muharrem ayının ilk 12 günü tuttukları Matem orucu, Kerbela’da can vermiş şehitleri anmak içindir; amaç onların acısıyla bir olmaktır diyor Emel Hanım ve ekliyor, “bu sadece geçmişe dönük değil günümüzün acılarına da kulak veren bir oruç”. Oruç, cemevlerinde muhabbetler ederek, gözyaşı dökerek geçirilir. Muhabbetlerde sadece geçmişten gelen yüce hikâyeler anlatılmaz, aynı zamanda bugünün dertleri, haksızlıkları ve kederleri de konuşulur, paylaşılır. Son gün olan 12. günde ise geleceğin şiddet ve kinden arındırılması için umudun ve sevginin aşuresi kaynatılır ve oruç aşure yenerek açılır. Zeynel Abidin’in kurtulmasının getirdiği sevinç ve umut adına yapılan bir hak lokmasıdır aşure.
Aşurenin Alevi kültüründeki bir diğer özelliği de hazırlıklarının ve pişirilmesinin hep beraber yapılmasıdır. Alevi öğretisinde kadın-erkek ve her insan eşittir ve o nedenle, herkes aşure kazanını bir kez karıştırmak için sıra bekler. Bazı tariflere göre aşurede 12 günü simgeleyen 12 malzeme bulunur ancak bu gelenek çeşitlilik gösterir. Aşure pişirenlerin, dağıtanların, paylaşanların ve yiyenlerin kalbinde sevgi ve barış umudu vardır. Aşure paylaşılır, acının paylaşılmasının bir alegorisidir bu, paylaştıkça azalır ve yerini umut alır. Bu gelenekte şatafata yer yoktur, yapılan her şey gönülden ve samimidir, sofralar sadedir.
“İster nohut ister şam fıstığı ol, kazana girdikten sonra hepimiz aynıyız”
Aşure geleneğindeki paylaşma aşkının tarife de yansıdığını Anadolu’nun farklı yörelerinde kaynayan kazanlara her kişinin kendi cebinde ne varsa getirmesinden anlıyoruz, bu şekilde her kazan farklı da oluyor…
Aşurenin içindeki çeşit çeşit, renk renk malzemeler aynı zamanda çoğulculuğu simgeliyor. İnsanlar çeşitli farklılıklara rağmen beraber bir uyum yakalayabilir, tıpkı aşure gibi. Emel Hanım’ın söylediği bir söz çok etkileyici, “ister nohut ister şam fıstığı ol, kazana girdikten sonra hepimiz aynıyız”. Bugün farklı malzemelere farklı anlamlar yüklesek de, aşure yapmanın arkasında bir kardeşlik mesajı yatıyor. Birçok kültür için farklı ve derin anlamı olan aşure, bir arada eşit haklarla, eşit koşullarda kardeşçe yaşayabileceğimizi anlatan tatlı ve ölümsüz bir mesaj.
Lezzetli bir aşure yapmanın püf noktaları nelerdir?
Yazıyı okuyunca canınız aşure çekmiş olabilir diye düşündük ve sizinle bazı püf noktaları paylaşarak bu yılki aşurenizin dillere destan olmasına katkıda bulunmak istedik:
- Aşurenin kıvamı jölemsi olmalı ve parlak, sarı tonlarda bir görüntüsü olmalıdır. Pişirirken suyunu çok koymamak önemlidir. Eğer suyu az kalırsa su eklenerek artırılabilir, ancak eğer su fazlaysa un veya nişasta ile koyultmak kıvamını bozacağından tavsiye edilmez.
- Buğdayın özü ve bakliyatın özü yoğunluk katacağından farklı bir koyultucu malzemeye gerek olmaz; sadece yarım çay bardağı pirinç (o da eriyip gidecek, kıvamı kalacak) eklenebilir.
- Fasülye ve nohutu ayrı ayrı kaynatmak ve nohutun zarını ayıklamak önemlidir.
- Fasülye ve nohut haşlanınca suları dökülür ancak buğdayın suyu aşure için kullanılır. Haşlanan buğday ve bakliyatın dişe gelmemesi, sert kalmaması önemlidir. Bu bakımdan şekeri en son eklemek önemlidir, çünkü şeker bakliyatı sertleştirir.
- Aşureye süt katılması tavsiye edilmez çünkü suyunun rengini bulandırır. Hoş bir aroma ve tat katmak için 1-2 yemek kaşığı bal katılabilir.
- En son katılan kayısıların suda beklemiş olması önemlidir çünkü kayısıda aslında bol miktarda kum vardır, onlardan da temizlenmiş olur. Sabah pişirme başlarken suya koymak yeterlidir.
- Tat katmak için elma rendelenebilir. En son meyveler de konulunca, reçel kaynatır gibi harlı ateşte pişirilir ve 15 dakika kaynaması yeterli olacaktır. Bu süreçte başından ayrılmamak, karıştırarak kontrol etmek önemlidir. Daha önce katılmış olan bakliyat dibe çökebilir, yanabilir.
En önemlisi, aşureyi canlarla paylaşmak, birlikte pişirmek, birlikte tüketmek, birlikte dostça yaşayınca her şeyin güzel olacağına inanmak gerekir…